KİTABIN ADI
|
Atatürk Olmak
|
KİTABIN
YAZARI
|
Aytül
AKAL
|
YAYINEVİ VE ADRESİ
|
Telos
Yayınları
|
BASIM
TARİHİ
|
1997
|
KİTABIN YAYIM MAKSADI
|
|
KİTABIN ÖZETİ
:
Bugünün dünyasında gelişmeler ve yeni fikirler
birbirinin ardına hızla ortaya çıkmaktadır. Toplumlar bu yenilikleri ve
fikirleri tartışmaktadır. Sorunlarına bu fikirlerle çözüm bulmak yeni sistemler
ve doktrinler elde etmeye çalışmaktadırlar. Biz Türk Toplumu olarak bu noktada
çok sağlıklı bir doktrini ve metodolojiyi elimizde bulundurduğumuzu
unutmamalıyız.
Atatürk,
Kurtuluş Savaşı yıllarında ve sonrasında bu doktrin ve metodoloji ile sağlıklı
bir sosyal ve ekonomik yapı oluşturabildi ve toplumun sorunlarına pare
bulabildiyse, bundan sonrası içinde bu doktrin ve metodoloji kullanabilir. Ama
öncelikle bu doktrin ve metodolojiyi iyi kavramak gerek. Onun içindir ki bu
kitapta bu doktrin ve metodolojinin doğuşunu Cumhuriyet öncesinden atarak daha
da kavranmasını ve değerlendirilmesini amaçladık.
Belki
bugün ki çaresizliğimizin nedeni;Atatürk doktrinini iyi anlayamamak ve
metodolojisinin uzağına düşmemizdir.
Atatürk,
Kurtuluş savaşı sonrasında çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmak ve Türk
Halkının yapısına uygun bir rejimi ve düzeni hayata geçirmek için, şüphesiz o
dönem dünyadaki olayları, fikirleri analiz ettikten sonra, özellikle devlet ve
millet arasındaki etkileşimi göz önüne alarak, millet egemenliğine dayalı bir
anlayışı benimsemiştir. Yani geçmişin toplumu devletin emrine verme tefekkürünü
değil, devleti toplumun emrine veren Cumhuriyet rejimini geçirmiştir.
Bunun sonrasında ise Cumhuriyeti, devrimleri ve ilkleri ite
desteklemiştir;Tevhid-i Tedrisat, Medeni Kanun, Kılık-Kıyafet Devrimi, Laiklik,
Harf Devrimi, Dil ve Tarih Devrimleri, sosyal ve politik alanda kadın erkek
eşitliği, sanat ve bilime verdiği önemle Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin hızla
gelişmesini ve ilerlemesini sağlamıştır.
Bugün
ipinde bulunduğumuz sosyo politik ve de ekonomik sorunların güzümüzde,
Atatürk'ün Cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığı tüm olayları bir bütünlük
içerisinde kavrayabilmemiz çok önemlidir. Atatürk'ün başarısında ki kaynaklara
baktığımızda bunlardan birinin gerçeklilik diğerinin ise matematik, hesap
olduğunu görmekteyiz. Kurtuluş Savaşımızın zaferle sonuçlanmasını nasıl böyle
bir hesaba borçlu isek devrimlerimizin başarısını da iyi değerlendirmeye olduğu
kadar bu hesaba borçluyuz. Onun içindir ki bu noktada yukarıda bahsettiğimiz
bütünlük kavramının önemi daha artmaktadır.
Atatürk
sistemci bir yapıya ve felsefe anlayışına sahip değildi. O, “Benim prensibim
her olayı kendi kanunları içinde incelemektir. Ama bunu yaparken hiçbir zaman
insanı ve evreni gözden kaçırmayacaksın Gözden kaçırdın mı muharebeyi belki
kazanırsın ama, harbi kaybedersin.” der.
Teferruatta
bütünü, bütünde teferruatı gören bu düşünce bilimi Atatürk Metodolojisidir. Bu
metodolojiyi ne kadar kavrayabiliyor ve uygulayabiliyorsak o kadar ATATÜRK
oluruz.
Metodolojinin
hareket noktalarına gelince şunu düşünmeliyiz; Bir bıçak, bir katilin elinde
bir cinayet aleti, bir operatörün elinde ise hayat kurtaran bir alettir. Bir
metot, kutlanan insanın amacına göre başka başka sonuçlar verebilir. Atatürk;
“insan ve evreni hiçbir zaman gözden kaçırmam”, derken; Bir olayın kendi
kanunları içinde incelenebilmesi için sağlıklı bir değer taşıması, doğru olması
gerektiğini söyler. İnceleyeceğimiz bu fikrin , bu olayın tabiat kanunları ile
çatışmamış olması, ona değer vermemiz için yetmez, birde insan hayrına olup
olmadığına bakmalıyız. Her ikisi için olumlu sonuç veriyorsa, bu fikrin veya
olayın üstünde çalışabiliriz.
Atatürk
Metodolojisi de bu olumlu (buna faydada diyebiliriz) noktadan başlar. Yani;
Tabiat kanunlarına aykırı düşmeyen insanın hayrına, yararına olan bütün fikir
ve olaylar üstünde Atatürk Metodu ile (yani bilim, deney ve akil çizgileri
içinde) düşünmek ATATÜRKÇÜLÜKTÜR,
Atatürk'ün
meşrutiyetçi bir yapıda olduğu, insana bakış açısından ortaya
çıkmaktadır. Bir şey insanın hayranı ise o şey meşrudur. Buradan da
topluma ulaşarak toplumun yararına olan şey meşrudur. Yani vicdana ve kanunlara
uygundur.
Atatürk'ün
meclis çalışmaları sırasında karşılaştığı birçok olayda verdiği tepkiyle ve
yaptırdığı uygulamalara bakarsak (serbest parti denemesi, hilafet teklif
edenleri terslemesi, muhalefete karşı tutumu) meşruluğu hakkında daha iyi bir
fikir elde edebiliriz.
Atatürk
hayatında iki devlet reçetesi yazmıştır. Bunlardan ilkinde; Osmanlı
İmparatorluğu'nu batmaktan kurtarmaya çalışmış, ikincisi ise genç Türkiye
Cumhuriyeti'nin ya şaması ve yükselmesi için düşünüp düzenlenmiştir.
Bu
reçetelerden ilkinin ne kadar geçerli olduğunu anlayabilmek için 1909 sonrası
gelişmeleri incelemek yeterlidir. Atatürk'ün o dönem teklif ettiği sosyal ve
yapısal değişikler uygulansa sonuç çok daha farklı olabilirdi. Kaybedilen
Balkan ve 1. Dünya Savaşları bile Atatürk Metodolojisi'nin nasıl bir düşünce
biçimi olduğunu tek başına ispatlar.
İkinci reçetenin kaleme alınması Mondros
Ateşkesinden sonra başlanmıştır çünkü, bu ateşkesle görülmüştür ki Osmanlı
hükümeti artık kendi iktidarından başka hiçbir şey düşünmemekte ve Anadolu
elden gitmektedir. Millet kendi hakkını kendi korumak zorundadır. Atatürk
reçeteye ilk Ulusal Ant'la başlamıştır. imparatorluk mu, Anayurt mu sorusunun
karşılığıdır. İmparatorluğun reddi ve devleti, milletin tabanına oturtmak
kararıdır.
Bu karar
doğrultusunda olayları tarih süzgeci içerisinde Atatürk Metodolojisiyle
değerlendirmeye başladığımızda, işe ilk olarak mevcut yapı, Osmanlı devlet
yapısı ile başlamalıyız.
Tarih
deki büyük imparatorluklara baktığımızda hepsinin yönetim ve güç üstünlüğüne
sahip olduğunu görüyoruz. Bunların zaman içerisinde bu üstünlüklerini
kaybettikleri ve taht kavgalarının da işin içine girmesiyle parçalanmış ve
tarihten silinmiştir. Buradan da görülüyor ki; imparatorluk tabanlarının hiçbir
çeşidi sağlam ve sürekli değildir.
Öyleyse yapılması gereken sürekli bir devlet tabanı
aramaktır. Tarihte imparatorlukların yıkıldıklarını görüyoruz ancak milletlerin
silindiğine pek rastlamıyoruz. Örneğin; Türk Milleti tarihte her zaman bir
devlet ve bayrağa sahip olmuştur. Fakat süreklilik sağlanamamıştır. Onun
içindir ki Anadolu yarım adasının gerçek sahibi olan Türklerin, ulusal sınırlar
içinde yeni bir devlet kurmaktan başka çareleri yoktur.
Atatürk
bu düşüncelerden yola çıkarak Cumhuriyet rejimini Türk Milletine en uygun rejim
olarak görmüştür. Cumhuriyet fikrinin temeli olan seçimle iktidar olmak yöntemi
gerek Türk soyunun geleneklerinden ve gerekse İslam dininin esaslarından
kaynaklandığı için Türk milletine yabancı değildi. Türk Milleti Orta Asya'da
çok uzun zaman hoşgörülü ve meşru bir şekilde yönetildi.
İmparatorluk tefekküründen, milli devlet
tefekkürüne geçerken önemli değişiklikler yapılması gerekecekti. Ancak bu
değişikliklerin toplumun temel yapısına aykırı düşmemesi gerekiyordu. Aykırı
düştüğü takdirde toplum bu değişikleri sindiremez karmaşa ve kaos ortamı baş
gösterirdi. Bu yüzdendir ki, her toplumun kendine ait bir anayasa modeli
vardır.
Yeni
oluşturulacak devlet, imparatorluk tabanına değil, millet tabanına basacağına
göre çare, bürokratları politikanın dışına çıkarmaktır. Başka bir deyişle
imparatorluk düzeninde devlet ortağı olan asker ve sivil aydın kadrosunu
ortaklıktan çıkartmak ve devletin buyruğuna almaktır.
Fakat iki
dereceli seçim sistemiyle, aydın ve askerler halkın gözdesi olduğu için ikinci
seçici olarak meclise girmeleri sağlanmıştır. Böyle yapmakla devlet
ortaklarının tasviyesini meşru bir tabana oturtmuştur. Cumhuriyet rejimi bir
imparatorluk rejimi olamayacağı için de, saltanatın ortadan kaldırılması
gerekli idi.
Cumhuriyet
ile birlikte batı tipi yönetime geçiliyordu. Ancak batı ve Türk toplumunun
yapısı farklı idi. Batı da sınıfa dayalı bir yapı vardı. Türk toplumu ise
sınıflı bir toplum değildi. Batı da egemenliğin başka sınıflara kaymaması için
bunu garanti eden müesseseler kurulmuştur. Atatürk kopyacı bir zihniyetin
tersine Güçlü Devlet düşüncesinden hareket ederek;
1. Egemenliğin kayıtsız
şartsız millete ait olduğu,
2. Seçim sisteminin çoğunluk
esasına dayalı olacağına,
3. Millete ait olan
egemenliğin sadece ve sadece milletin seçeceği B.M. tarafından
kullanılacağını değişmez
kurallar olarak belirlemiştir.
Bu maddeler Cumhuriyet Anayasalarının da temelini
oluşturmuştur Atatürk tüm şartları oluşturduktan ve Türkiye Cumhuriyetini
kurduktan sonra topluma dönük devrimler yapmıştır. Bu devrimleri yaparken amaç
Genç Türkiye Cumhuriyetinin en hızlı şekilde ilerlemesini sağlamak ve halkın
rejime, gelişen dünyaya daha çabuk adapte olabilmesi için çok önemlidir.
Öğretim Birliği, Medeni Kanun, Harf Devrimi, Kılık-Kıyafet ve Şapka Devrimi
bunların en önemlilerindendir. Amaç çağdaş bir görünüme ve çağdaş bir düşünce
yapısına sahip olmak.
Cumhuriyetle
başlayan batılılaşma sürecinde de amaç batı toplumlarından biri olmak yada
toplumumuzun batı potasında eritmek değildir. Amaç batı toplunun fikir
dinamizmine erişmekti. Akla dayalı eğitim, batıyı nasıl bugünkü çizgisine
getirmiş ise, Türk Toplumunu da bu çizgiye getirecek ve kendi değerlerine
dayanarak özünü kaybetmeden batıyı aşan bir toplum haline getirecektir.
Atatürk,
bunun için dil ve tarih bilincinin oluşması, millet tabanına dönerken dilini,
tarihini ve folklorunu Türk Toplumu kendi öz köküne oturmak zorundaydı.
Atatürk, Türk Milletine bunları vermek için toplumun temel devrimlerine
girişmiştir.
Atatürk,
tüm bu devrimleri yaparken asla bir sistem peşinde değil, Türk Milletinin
çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını sağlamak amacındaydı. Onün için Atatürk
devrimlerine bir sistem değil, doktrin olarak değerlendirebiliriz, ve bu
doktrinin baskın farkı, hem batı ekonomik görüşünü kabul etmesi, hem de batı
ekonomisinin doğal sonucu olan emperyalizme karşı oluşudur.
Bu gün
Türkiye Cumhuriyetine baktığımız zaman çok yol kat ettiğimizi görürüz. Bu yol
almalar sırasında bir çok olay ve sorun ortaya çıkmış, toplum düzenini ve
yapısını bozmuştur. Bu bozulmanın nedenleri dünyadaki çeşitli gelişmeler ve
bizim kendi içimizde yaptığımız yanlışlardır.
Atatürk,
yaptığı devrimlerle genç ve savaştan yeni çıkmış olan bir ulusun çok kısa bir
zamanda çok yol kaydetmesini sağlamıştır. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarındaki
ivme zamanla aşağı doğru düşmüştür. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi sosyal yapı
ve politikada meydana gelen aksaklıklar bu ivmenin düşüşünde etkili olmuştur.
Ancak bugünkü durumu değerlendirdiğimizde
gördüğümüz manzaranın bizi olumsuz bir havaya itmesine izin vermemeliyiz.
Atatürk, devrimlerle bizi batlı toplumlar seviyesine çıkarmayı amaçlamıştır.
Batının fikir dinamizmini kavrayıp, kendi değerlerimizi yaratmamızı istemiştir
Ancak bunu yaparken asla ve asla egemenlik haklarımızdan, yani çağdaşlaşma ve
ilerleme adına egemenliğimizi tehlikeye sokmamamız gerektiğini de belirtmiştir.
Onun
içindir ki Atatürk'ü anlamak, onun ilke ve devrimlerini ezbere bilmenin
ötesinde, tarih süzgecinden geçirerek, bütünlük içerisinde değerlendirmelerle,
onun ilke ve devrimlerini, gelişen ve değişen dünyaya, teknolojiye ve bilgiye
dayanarak yeniden yorumlamak, sorunlara çare bulmaktır. Çünkü Atatürk
Metodolojisi; bir sisteme dayanmadan, akıl, gözlem ve deney yoluyla, olayları
kendi kanunları içinde, insan ve tabiatı göz ardı etmeden değerlendiren,
duygusallıktan uzak, gerçekçi bir metodolojidir.
Cumhuriyetin,
en sancılı yıllarında işe yaramış olan bu metot pekala doğru kavrandığı ve
yorumlandığı takdirde bugün için de sorunlarımıza çözümler üretebilir.
A. KİTABIN ANA FİKRİ :
Atatürk
olmak demek; onu ezberlemek ve bir tabu haline getirmenin ötesinde; Onun fikir
ve düşünce dünyasını iyi analiz edip, günün koşullarına göre ilke ve devrimleri
yorumlamak, en iyi şekilde uygulamaktır.
B. KİTABIN GETİRDİĞİ
YENİLİKLER :
Atatürkçü
Düşüncenin günümüz toplumlarının sorunlarının çözümünde de kullanılabileceğini
ortaya koyuyor.
C. GENEL DEĞERLENDİRME VE
TEKLİFLER :
Bu kitap
çağdaş ve demokratik bir toplum olma yolunda Atatürk doktrini ve
metodolojisinin daha iyi kavranabilmesi ve benimsenmesi için her insanın
okuması gereken bir eserdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder